Anasayfa / Yazarlar / Affetmeli mi, Gitmeli mi?

Affetmeli mi, Gitmeli mi?

Ovv çok ağır konu… Açıkçası yazarken ben bile bu konunun önünde saygıyla eğiliyor, önümü ilikliyorum. Tam da dananın kuyruğu koptu kopuyor tadında olan bu güzide meselemizi masaya yatırırken önce bir destur diyelim arkadaşlar…

Affetmek mi? Gitmek mi? Bu sorunun bir cevabı yok aslında, yani cevabı var da doğru mu yanlış mı? Neye göre, kime göre o kısımlar biraz tartışmalı… En azından şunu biliyoruz ortada evrensel bir cevap yok. Verdiğimiz karara göre bizi neler bekliyor, hiçbir fikrimiz yok, ama yapmamız gereken ve sadece bu konuyla ilgili değil, hayatımızın her alanında işimize yarayacak bir şey var, o da ”kendimizi tanımak”. Zor iştir bu arada söyleyeyim, öyle ha deyince tanıyamıyorsun kendini. Biraz yalnız kalman, kendini dinlemen lazım. Herkesin kaleminde, ağzında da bu vardır ”kendini dinle”, ne demek bu kendini dinle? Klişe farkındayım, ama klişeler aslında bu zamana kadar denenmiş, görülmüş en büyük yol göstericilerdir (atasözlerinden sonra).

Kendini tanıman, dinlemenden geçer. Birisiyle bile flörtleşirken arkadaşların soruyor ”ee aranızda ne var şimdi, sevgili misiniz?” bazen onlara şöyle bir cevap verirsin ”biraz daha tanımam lazım”. Neden? Çünkü tanıdığın zaman sana uygun birisi mi değil mi, ona göre karar verirsin, süpersonik bir yalancı değilse tabi… Neyse o başka bir konu:) E elin adamını ya da kadınını tanıyorsun da, sen, sende olanı neden tanımıyorsun? Neden dikkatlice dinlemiyorsun? Bir ömür boyu asıl onunla berabersin… Kendinle…

Ben hayatımda ilk kez yalnız başıma sinemaya gittiğimde biraz daha yakınlaşmıştım kendime. Yolda yürüyordum ve sinema salonunun önünden geçerken, filmlere şöyle bir göz gezdirdim. En yakın seansı olan film İncir Reçeli’ydi. Hemen gişeye doğru gittim.

– Merhaba, İncir Reçeli’ne bir bilet alabilir miyim?

– Sadece bir bilet mi istiyorsunuz?

Ben zaten hayatımda ilk kez yalnız sinemaya gitmenin vermiş olduğu heyecanla yanıp tutuşuyorum, bir de görevli kız arkadaş bu durumu sorguluyor ya daha ne diyeyim. Ben yine aynı kararlı duruş ve ses tonuyla:

– Evet.

– Tamam o zaman, biletini veriyorum. Hatta sen otur, ben de birazdan yanına gelirim.

Siz-biz gitti birden.

– Anlamadım? Pardon?

– Yani tek başına izleme ya… Üzücü film…

İşte bizim gerçeğimiz bu. Kız resmen yalnız başıma dramatik bir aşk filmi izleyeceğim diye, benim salonun ortasında bileklerimi dikine kesip intihar edeceğimi falan düşündü heralde ya da kendisi aşk acısı çektiğinden bunu paylaşmaya ihtiyacı vardı. Her ne sebepten olursa olsun, benim kendi hayatımda ilk kez yapacağım bir şeyi engelleyemezdi.

Sonuç: Tabi ki yalnız başıma izledim ve o gün kendimle alakalı çok başka şeyler öğrendim. En önemlisi de üzüldüğüm ya da güldüğüm bir anda neler hissettiğimi kaydettim. İşte bu yüzden kendini dinlemek ve anlamak baya önemli, karşındakine verebileceklerini anlatmanın en güzel yolu burdan geçer. Kendini iyi tanırsan, iyi anlatırsın ve sana, gelecek olan yerli, yersiz bi dolu davranışın süzgeçten geçmesini sağlarsın.

Çok tatava yaptım, farkındayım.

Şimdi gelelim işin icraat kısmına… Affetmek dediğimiz kutsal kelime… Aslında her şey içimizdeki sevgiyle orantılı… Farkettiyseniz doğru orantılı demiyorum, çünkü bazen fazla sevgi, bizim iyiliğimiz için gitmemizi de gerektirebilir. Çok sevmek, ”çok affederim, iyi affederim” demek değildir. Kendimiz ve karşımızdaki için yapabileceklerimizden birisi de ilkönce ne istemediğimizi, sonrasında da ne istediğimizi bilmektir.

Biz, insanlar birçok şey isteriz, evrene sipariş üstüne sipariş… Yardırın, gitsin… Ben de yapıyorum arada, çok eğlenceli bir şey. Sınırsız istek 🙂 Ama, ne istemediğimizi bilerek yardırsak aslında daha mutlu olabiliriz. O da ne demek? Sen şimdi istiyorsun: Gözleri elmastan olsun, kalbi pırlantadan. Peki ya saçları? Aslında sen hiç kıvırcık saç sevmezsin, ama bunu düşünmeden, ne istediğine odaklanıyorsun. Halbuki ne istemediğini bilsen ya affedersin, ya gidersin… Ve senin için en iyi olana yaklaşırsın…

Bir de şu vardır; sana yanlış yaptığını bile bile o yolda gitmeye devam edenler… Gitmeyin, kestirip atın demiyorum. Herkesin ikinci, üçüncü ve daha birçok şansa ihtiyacı vardır, ama bu şanslar seni kendinden uzaklaştıracak mı, sen buna odaklan… Karşındaki bu durumu aleyhine mi kullanacak, yoksa lehine mi? Bunların da hiçbiri yaşanmadan görülmüyor maalesef… Sevmek kadar, emek vermek de güzel… Sabrın sonu selamet derler, işte o sabrın ne kadar gideceğine sen karar vereceksin. Son noktaya geldiğinde zaten anlarsın ve bir sabah kalkıp aynaya baktığında içinde olmak istemediğin hayatı şöyle bir omuzlarından atarsın… Doğru zaman dediğimiz güzide klişemiz var ya, işte o aslında her şey… Her şeyin bir zamanı var ve bu zamanı, başta söylediğimiz gibi kendini tanıyarak ve doğru bir şekilde tanıtarak bulabilirsin.

Birilerinin hayatında kalıyoruz ya da hayatından gidiyoruz. Kararınız ne olursa olsun, iki ayrı durum içinde üzülmemek gerekir, çünkü her yaşanılmışlık bize, neler yapabileceğimizi ve yapamayacağımızı gösterir ve her seferinde size neyi istemediğinizi anlatır. Cevabı yok, ama hangi karar verilirse verilsin, karlı çıkan birisi var. O da sizsiniz…

Yazar Gülcan Odabaş

instagram: gulcanodabas facebook: Gülcan Odabaş

Bir yorum

  1. En iyisi affederek gitmek sanırım :))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir