Anasayfa / Edebiyat / Emre Karadağ – 6 Kitabı Değerlendirmesi ve Çözümü
6 Emre Karadağ kitabı
Emre Karadağ 6

Emre Karadağ – 6 Kitabı Değerlendirmesi ve Çözümü

Dört kişilik bir aile…

Sinir hastası paranoyak bir anne…

Alkolik, obsesif bir baba…

Üvey evlat olduğunu öğrenen histerik bir genç kız…

Her yönüyle üvey ablasının gerisinde kalan silik, âdeta “iki boyutlu” bir kız kardeş…

İlk düşünceniz, “evet, belki hoş; ama herhangi bir kitap işte” olabilir. Peki gerçekten öyle mi?

Kitabı okumaya başladığınızda, kendinizi bir çeşit bulmacanın, hatta bir labirentin içinde buluyorsunuz. Şimdi bu bulmacanın çözümlerini, labirentteki doğru yolları bulmanız için birkaç ipucu vereceğim.

Kitabın adından başlayalım: 6. Bu 6 rakamının sırrını eleştirimin sonunda açıklayacağım; ama şunu söyleyebilirim: 6 rakamı üzerine oluşturulmuş bir yapı söz konusu; altı öykü, bazı bölümlerin altıya bölümlenmesi… Yani her yol 6’ya çıkıyor desem, yeridir.

Sürekli yinelenen “1+4+1=6 eder” söylemi de kitabın yapısına bir gönderme aslında.

1 (dört karakterin de anlatıldığı giriş bölümü) + 4 (her bir karakterin ayrıca işlendiği dört öykü / gelişme bölümleri de diyebiliriz buna) + 1 (dört karakterin de satır aralarında anlatıldığı, “çılgın” bir öykü / sonuç ya da sonuca yakınlaşma bölümü) = 6.

Çok mu karmaşık oldu? 🙂

Yapısal özellikler – Müzik, sinema ve resim formunun kullanımı

Benim kitapta en çok dikkatimi ve ilgimi çeken şey, edebiyatın diğer sanat dallarıyla ilişkilendirilmesi, kaynaştırılması.

Emre Karadağ 6 Dağılmış bir ailenin saçma öyküsü

Mesela genç kızın anlatıldığı Histeri bölümünde müzik formuna yaklaşılmış. Kızın zihninde Çaykovski’nin Kuğu Bale’si melodisi dönerken, kız da hem ruhen hem de fiilen sanki bale figürleri sergiliyor. “Altı adım ileri… Bir adım geriye…” Ruhunda da bu adımları atıyor, yerinde duramıyor, kaçmak istiyor.

Ya da Bach’ın oratoryosunu, (biz kutsal nitelikli müzik diyelim de daha türkçe olsun) dinlerken ilahi bir havaya giriyor, babasına ilgisi farklı bir anlama bürünüyor.

Peki neden müzik? Çünkü genç kızımız piyano çalıyor, müzikle ilgili, özellikle de klasik müzik hayranı…

Anne karakterinin anlatıldığı Paranoya bölümünde de şiirle iç içe girme durumu görüyoruz. Bölümün belki de en güzel yanı, koyu renkle belirlenmiş şiir mısralarının ayrıca okunduğunda da bir anlam bütünlüğü oluşturması. Yani şiiri hikâyeden bağımsız okuyabilirsiniz. Bu öyküde üç farklı anlatım dikkat çekiyor. Öykü “o” diliyle, şiir “ben” diliyle, bir de vicdan bölümleri var ki çok güzel, onlar da “sen” diliyle yazılmış.

Neden şiir? Çünkü anne piyano çalmaya çalışıyor ama başarısız, ucuz ve basit besteler yapıyor; işte bu bölümdeki mısralar da gayet basit ve tek düze.

Obsesyon bölümünde sinema hayranı, her şeye film gözüyle, sanki kameradan bakan bir babanın anlatımı nasıl olabilirdi sizce? 🙂 Evet, bildiniz: Senaryo tekniği. Senaryo yazımını bilenler, beni daha iyi anlayacaklardır. Tam olarak senaryo tekniği diyemeyiz tabii buna; sonuçta bir öykü yazılmış; ama bu tekniğe göndermeler var.

Üvey kızına hayran, takıntılı bir baba, komedi, bilimkurgu, belgesel vs. diye bölümlenmiş bu öyküden daha güzel nasıl anlatılabilirdi ki?

İki Boyutlu İnsan öyküsü ise benim en zorlandığım, belki de yeterince anlayamadığım bölüm. Kim, kimi ve neyi anlatıyor, biraz belirsiz. Resim sanatıyla ilişkilendirme var. Yine altıya bölümlenmiş bu bölümde, farklı resim akımları formu kullanılmış.

Diyelim ki sürrealizm. Sürrealist bir tabloda duygular nasıl karmaşık, sınır ve mantık tanımaksızın akıp giderse, bu öyküde de sürrealist bölüm noktasız, virgülsüz, karmakarışık bir şekilde yazılmış.

Ya da fovizm akımında renkler nasıl birbirine karıştırılmadan yan yana getirilerek çizim yapılıyorsa, fovist tablolarda her şey nasıl canlıysa, ilgili bölümde de cümleler garip bir şekilde yan yana getirilmiş, canlı ve çarpıcı anlatıma yer verilmiş: “Salonda bir eşya: Masa; masada bir çocuk; ablan…”

Dahası, bu bölümdeki sahneleri gözümüzde nasıl canlandırmamız gerektiğine yönelik tablolar bile çizilmiş; ama görseller yok kitapta; tablonun nasıl çizileceği anlatılmış. Epey karışık yani. 🙂 Umarım bir gün gerçek çizimleri de olur kitapta.

Peki neden resim? Çünkü küçük kız, çocukluğunda ve ilk gençliğinde basit resimler çizen biridir.

Hikâyenin adına gelince… İki Boyutlu İnsan, yani öyküde anlatılan kız o kadar silik, kimliksiz biridir ki, öyküde neredeyse yok gibidir. Zaten onu ailenin diğer bireyleri anlatır: Bazen babası, bazen annesi ve ablası… Kendi ifadeleri yoktur yani.

Ayrıca bu öyküde üst kurmaca yönteminden izlere rastlıyoruz. Yazarın da işe karıştığı şu cümle bunu ispatlamıyor mu sizce de: “Tutturdun renkleri birbirinden ayıracağım diye, çocuk ne bilirse resimde yeniliği, baban da yazarın üslup fantezisine kurban gitti; cümleleri ayırdı birbirinden senin renklerin gibi.”

Nihayet, Hayatın Anlamını Arayan isimli altıncı öykü, yazarın kendi deyişiyle söyleyeyim, “çıldırmış” bir öyküdür. Kitabın geride kalan öyküleriyle tamamen ilgisiz gibi görünüyor; ama aslında öyle değil. Satır aralarında dört karaktere de raslıyorsunuz, dikkat etmeniz gerekiyor.

Peki bu öyküde ne var? Birtakım önemli, isimli kişiler, örneğin Freud, Arşimet, Nietzsche, Dante, Darwin ve daha niceleri… Bunlara göndermeler yapılmış. Söz konusu kişileri tanımayan, özelliklerini bilmeyen okuyucular için anlamsız ve saçma bir bölüm gibi gönünebilir; ama durum farklı tabii.

Anlatım da alışılagelmişin dışında. Hatta örneği görülmemiş dersem, abartmış olmam. Mekân yok, zaman yok, bireyler karmaşık, anlatım iç içe geçmiş. Bazen “ben”, bazen “biz”, bazen “sen, o, onlar”… Geçmiş zaman, şimdiki ya da gelecek zaman da iç içe geçmiş. Büyülü gerçekçilik akımının farklı bir örneği sunulmuş.

Mitsel öğeler, destansı ifadeler, dini ve felsefi göndermeler, halk hikâyeleri, semboller, çağrışımlar, mecaz, ironi, paradoks… Ne yok ki bu bölümde. Okurken çıldırabilirsiniz. 🙂

Bu öyküde ne anlatılıyor? Başlıktan da anlayacağınız gibi, hayatının anlamını arayan insanlar, hatta sadece insanlar değil, canlılar var.

“E bulabiliyorlar mı bari hayatlarının anlamını!” diyeceksiniz. Onu ben söylemeyeyim. Bu bölümden çıkarılacak anlama dair de bir şey söylemek istemiyorum. Yoruma çok açık; okuyan herkes kendine göre değerlendirecektir.

Yukarıda saçma demişken, kitapta “saçma” edebiyatın izlerine rastlamak da mümkün. Varoluşçu edebiyatla ilgilenenler, “saçma”nın hayatı sorgulayan, bizim yüklediğimiz anlamını anlamsızlaştıran yanını da bileceklerdir. Kitapta saçma kelimesini sıkça görüyoruz.

Kitabımız bitti mi? Hayır.

Altı öykü demiştik; yani bitmesi lazımdı. Aslında bir son öykü/öykücük/sonsöz bölümü daha var. Bunun da adı yine değişik bir şey: 7.

Kitapta ne anlatıldığına, nasıl bir yapısı olduğuna ilişkin göndermeler var 7’de. Öyküdeki karakter aslında sizsinizdir. Gerisini söylemeyeyim; yine yoruma açık ve karışık. Yani bir öyküden ziyade, “öyküleştirilmiş sonsöz” diyebiliriz. Kitabın anlamsal bütünlüğünün de tamamlayıcısı bu öykü; bu açıdan çok büyük anlam ifade ediyor.

Teknik özellikler – Dil ve kurgu düzeni

Epeyce uzun bir değerlendirme oldu; ama bitmedi. Kitabın yapısından bahsettim; ama tekniğine hiç değinmedim.

Farklı anlatım yöntemleri denenmiş. Bunları yaparken de rastgele değil, belli bir düzen oluşturulmaya çalışılmış.

İvana Sert 6 Işıl Reçber 6 Emre Karadağ 6

Birinci öyküde dört karakter de kendi üsluplarıyla yer almış. Bir kişi çıkıp da hepsini anlatmıyor. Bu öykü de “H, P, O, İ” bölümlendirilmiş; diğer öykülerin baş harfleri ile yani. Buradan da kimin konuştuğunu anlayabiliyorsunuz.

İkinci öyküde genç kız “ben” diliyle, bilinç akışının biraz farklı, şiirselleştirilmiş, belki fazla edebileştirilmiş türüyle yaşıyor.

Üçüncü öyküde anne genel olarak “o” diliyle, bilinç akışının daha ileri bir tekniği olan aktarılan iç konuşma ile yaşıyor.

Dördüncü öyküde baban yine “o” diliyle ve yine bilinç akışının bir başka ileri tekniği olan alıntılanan iç konuşma ile yaşıyor.

Beşinci öyküde küçük kız “sen” diliyle, bambaşka ve doğrusu hiç rastlamadığım bir anlatım tekniğiyle yaşıyor.

Yaşıyor diyorum, evet, bence hepsi de yaşayan birer karakter.

Anlatım teknikleri arasındaki simetri ve ters simetri dikkatinizi çekti mi?

Öykülerdeki kronolojik yapıda da ters ve düz simetri söz konusu. Zaten kitabın yapısında da (1+4+1) bir simetri hemen göze çarpıyor; bu konuda daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim, yoksa eleştiri yazımı tamamlayamamaktan korkuyorum.

Son bir değerlendirme yapalım. Sürekli bir kaybediş-arayış-buluş motifi… Sevdiklerini kaybedenler, sağlığını kaybedenler; varoluşunun anlamını arayanlar; bulanlar ya da “yok” olanlar… Bunun belki karmaşık ama çok farklı ve özel bir şekilde anlatımı… 112 sayfalık bir kitaba çok ama çok fazla şey sığdırılmaya çalışılmış ve bence çok büyük ölçüde başarılmış.

Uzun öykü ya da kısa roman diyebileceğimiz bir eser.

6’nın anlamına gelelim artık.

6 eski çağlarda zamansal ve mekânsal döngünün rakamı kabul edilirmiş. Yine aynı anlayışa göre 7 de sonsuzluğun rakamı… Kitapta 6 rakamı ile sürekli bir döngüye atıf ve 7 rakamı ile de sonsuzluğa gönderme olduğunu söyleyebilirim. Hatta, aslında sonsuz olduğu söylenen müzik notalarının yedi tane olması ve bu kitapta da müzikle ilgili motiflerde notaların yalnızca yedi tanesine yer verilmesi bunun ispatı değil mi sizce de?

Tüm bunları bu kadar rahatlıkla ve kolayca söyleyebiliyorum. Söyleyebiliyorum çünkü yazarın en yakınıyım ve bunu kendisinden öğrendim. 🙂

Bu yazıyı sonuna kadar okuyabildiyseniz kitabı da çok merak ettiğinize eminim. Eğer “6” ile bir gün karşılaşırsanız, etkileneceğinizi düşünüyor ve umuyorum.

Son olarak, Emre Karadağ’ın bir diğer kitabı olan PARODİ – Bunları da Kör’dü Türkiye isimli siyasi mizah türündeki kitabının değerlendirmesine de buradan ulaşabilirsiniz.

Keyifli okumalar dileklerimle…

Yazar Tuba KARADAĞ

Fiskosta.com'un sizlerle olabilmesi için yorum ve desteklerinizi bekliyoruz. Lütfen yazılarımızı sosyal ağlarınızda paylaşın. Sevgiler. :)

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir