Türk edebiyatındaki ilk gerçekçi romanlardan biri olma özelliğiyle tarihe adını yazdırmış bir eser olan Sergüzeşt, aynı zamanda Samipaşazâde Sezai’nin ilk ve tek romanıdır.
Kafkasya’dan getirilip cariye olarak satılan bir köle olan Dilber’in öyküsünün işlendiği roman, romantizmden realizme kayışın ilk örneği olarak kabul edilir. Öte yandan, öyküde dönemin diğer eserlerinde de görüleceği gibi kurban tipi üzerinde durulmuştur ki, bu da, Dilber’in yerleşmiş bir sınıf geleneğine, daha da özele indirgenirse, âşık olduğu kişinin ailesine kurban edilişidir.
Gerçek adı bilinmeyen, efendilerinin uygun gördüğü isimle tanıdığımız Dilber… Esircilerin metası, sahiplerinin kölesi, hizmetçisi, bazılarının oyuncağı, eğlencesi Dilber… Çocuk denecek yaşta içine düştüğü cendereden kurtulma çabaları, umutsuzluğu, mahzunluğu titizlikle işlenmiş Dilber… Tanzimat dönemi toplumundan kesitler sunan Sergüzeşt, kölelik sistemine açık eleştiri niteliğindedir; kölelik kurumuna bir başkaldırıdır. Dilber ve sevgilisi Celal Bey ise, bu başkaldırının başkişileridir. Ne var ki, bu başkaldırı başarıyla sonuçlanamamıştır; çünkü çiftin sevgisinin önüne geçmeye çalışanların çabası, söz konusu aşkı kalben değil belki ama fiilen bitirecektir. Yani yazım amacı olan mesajı başarıyla taşırken, okuyucuyu sarsacak biçimde bir ağlatı ile son bulan; yanı sıra sade diliyle, akıcı üslubuyla bir solukta okunan, üstelik mekân betimlemeleriyle gerçekliğini ustaca yansıtıp, kişilerinin fazlalığı ve doğallığıyla da canlılığını koruyan romanlardandır Sergüzeşt.
Aynı zamanda bir siyasetçi ve diplomat olan Samipaşazâde Sezai, kısa öyküyü de Türk edebiyatına sokan kişidir.